Her ümit ufkunda ağlıyor gözler…
Aşağıda anlatacağım zaman ve mekanlar, tamamen gerçektir.
Kahramanmaraş, ülkemizin en verimli ovalarından birkaçına sahip olduğu gibi;
Yaradanın, bu yurdu taş küreye kazık gibi sabitlediği, zirveleri yer yer üç bin metreyi geçen çok sayıda dağı da vardır.
Birbirine paralel uzanan iki sıra dağından biri Ahırdağı, diğeri ağabeyi Engizek.
Engizek dağı kütlece belkide şehrin en büyük dağıdır.
Batıda Kısık Vadisi’nde Ceyhan Nehri yatağından başlayıp, doğusu ilin doğu sınırına yakın Göksu Çayı ve vadisi ile sonlanır.
Bu dağ, bu devasa hacmiyle, içimi sızlatan temiz ve tatlı su deposudur. (İç sızlaması kısmı yanlış su yönetimi başka bir yazı konusu.)
HOLLYWOOD MEKÂNLARI GİBİ
Şimdi masallarda ya da Hollywood'un fantastik filmlerinde göreceğimiz mekanlara dönüyorum.
Aylar önce, genel yayın yönetmenimizin, "O bir emekçi" dediği yılların başlangıç zamanları.
Hz. İsa'nın doğumundan 2006 yıl, 8 ay geçmiş.
Dört yılı aşkın çalıştığım Onur Bakalit’teki işimden ayrıldım. Bir ay kadar sonra Antep'te çalışmaya gitme niyetiyle işsizim.
O günlerde, köyümüzün kadim arıcılarından Mas Ali (Kaya) emmimin arılarını köye indirmek üzere, Engizek Dağı Yaşıl Yaylası'na gittim.
GERİ DÖNMEZ ARTIK!
Yazının başlığı burada başlıyor.
"Geri dönmez artık..."
Bu kutlu dağ, benim çocukluğumda sık geldiğim bir yurt. Alışkınım bu dağın taşlarında yürümeye.
Engizeğin taşları dikensidir. Asfalttan daha iyi tutunur ayak.
Üç günlük yayla seyahatimizin son günü.
Kahvaltıdan sonra aklıma takılan bir keşif sorusunun, merak hissimin cevabını bulmak üzere yürümeye başlıyorum.
"İçme suyumuzun geldiği söylenen Karapınar nasıl bir yer?"
Takip etmeye başladım ayaklarımı. Gittikleri yere beni de götürüyorlar.
Büyük Yaşıl platosunun kenarındaki arılıklardan ayrılıp Karapınar'a doğru yürüyorum.
ADETA “TAKİP ET BENİ” DİYOR!
Az sonra yürüyeceğim yamaçlara göre fazla meyilli olmayan bir arazide, Karapınar’ın bir ark (toprak su kanalı) kadar suyu, çadırdan ayrıldıktan birkaç dakika ve birkaç yüz metre sonra "takip et beni" diyor.
Düşüyorum suyun peşine. Şırıl şırıl türkü söylüyor benimle birlikte.
Eyyam-ı buhur daha geçmemiş. Bu karstik ovalarda suyun aynasında güneş her daim parlamıyor.
Yer yer güneşin önüne küçük bulutçuklar gelip bize gölge etse de, serinleten bir gölge değil.
Karapınar'ın suyuyla sohbet ede ede kaynağının eteklerine varıyoruz. Tek yoldaşım, pınarın suyu. O yüzden kelimeler çoğul.
ÇOK PINARLAR GÖRDÜM AMA!
Aman Allah'ım!
Çok pınarlar gördüm hayatımda ama bu en güzellerinden.
Yüz metre kadar yukarıdan, dağın yamacından üzerime doğru köpükler şırıltılara karışarak geliyor.
Yanıma indiğinde, köpüğünü uçurup, adına inat, kristal berraklığında kaynağının, dağların derinliklerindeki kar suyu olduğunu tevazusuyla haykırıyor.
Bulunduğum yer 2300 m rakımda.
Elimi suya sokup elimi yüzümü yıkadığımda, ne kadar soğuk olduğunu söylemeye gerek var mı bilmem.
Yarım saattir yol yürümüşüm.
Bu rakımda sırtımda yalın bir tişört, kafamda ter ve güneşten korunmak için bağladığım başka bir tişört. Elbette epey terlesem de daha eforun gerisi geride.
DURA DİNLENE VE AHESTE AHESTE
"Bu kadar yol yürüdüm, bari kaynağından içeyim suyu" diye, elimi sızlatan suyu eteklerde içmiyorum.
Sanırım yamaçtaki kaynak, ikiyüz metre kadar yukarıda ama kıvrım kıvrım çıkabiliyorum kaynağa.
Dura dinlene ve aheste aheste.
Kaynağa vardığımda iyice terliyorum. Suyumu içip biraz dinlenince, içime ikinci bir merak düşüyor;
"Acaba bu sırtı tırmansam, ufkun zirvesine varınca nereler görünür?"
Bildiğim gördüğüm buraya kadar. Bertiz'den dağın (Engizek) başına çıktığımızda bu yamaçlar nasıl olsa görünüyor.
"Şu tepeye kadar çıksam yıllardır hikayelerini duyduğum, Çevirme, Yoğsul, Aypazarı, Kazzıklı, Yılanovası, Hasangocalar.... nereler görünür? Arkada hangi yurtlar var?
Elbistan görünür mü?"
Bütün bu soruların yanıtını bulmak için, şu kalan bir kaç yüz metrelik yamacı tırmanmaya değer buluyorum.
BİR SEVGİLİM DAHA VARMIŞ YANIMDA
Bu defa hedef büyüttüğüm için efora biraz ek atıyorum.
Bu tempoyla Karapınar'ın arkasındaki ilk zirveye ulaşmam uzun sürmüyor.
Epey bir kapsama alanım oluşuyor ama pek bişey seçemiyorum gördüklerimden. Aldığım irtifa yetersiz demekki.
O zamanlar, "geri dönmez artık giden sevgililer" dediği, Orhan abimizin, bir sevgilim daha varmış yanımda;
"Hadi" diyor;
"Gel zirveye kadar gidelim"
"Sanırım anca ordan görürüz Engizeğin En gizek yerlerini"
Göz gördüğünden korkar ya!
Gençliğimin kırbaçladığı bu fikri beynim şöyle bir tartıyor;
BAK ARKADAŞ!
"Bak arkadaş!
2500 metre kadar yüksekliktesin ve ter bastırıyor.
Hava nemli.
Zirvede küçük bir parça bulut görünüyor. Ya gene yağmur yağarsa? Şu dağ başında hipotermiden ölmeyesin.
Cesedini kim, nerde nasıl bulacak.
Nereye gittiğini bir Allah'ın kuluna bile söylemedin ki. Evde iki körpen bir eşin var"
Haggaten köyde iki ve üç yaşında iki kızım var.
Genç bir hanenin tek reisiyim.
Anamın gelini (eşim) ev hanımı. Bir mesleği yok, zanaatı yok.
Bu yaşta dul kalırsa per perişan olurlar.
Aklıma mı inanayım, yanımda sevdiğim yoldaşıma (gençliğime) mı?
Bu hikaye böyle biter mi?