Rabbimizin lütfu ile nefes aldığımız her gün mübarek mutlaka.

Ancak Ramazan biz Müslümanlar için çok özel bir ay…

Ramazan oruçlu olan her insan için, sabrın, merhametin, nefsimizle mücadelenin testi, imtihanı…

Akşam saatlerinde trafikte iseniz mutlaka arada asabiyet ile hareket eden kardeşlerimize rastlıyorsunuzdur. Trafikte el kol hareketleri, asabiyet yüklü korna çalmalar, küfürleşmeler…

Akşama kadar sabırla tutulan oruçların son saat ve dakikalarda katledilişi…

Oruçlu olmanın tabiatına aykırı davranışlar, bağrışmalar…

Sabır nerede?

İbadet bir anda küfre dönüşürse; sevap nerede? Aç kalmak neden?

Bazılarımız “şekerim yükseldi” derken, kimimiz sigaradan dolayı asabileştiğini söyler…

Oysa oruç tutan insan zaten nefsinin imtihanında değil midir?

Şimdi bazıları “ne demek istiyorsun oruç tutmayalım mı?” demiştir bile…

Tabii ki; kimse kimseye “oruç tutma” diyemez. Takdir kendini bilmekte...

Sonuç da niyet ibadet ise, küfrün bu ibadete tecavüzü, hâkimiyeti yanlış bir sonuçtur. Hayatımızın her dakikası bir Allah lütfu ise, her dakikası şükür, hamd ve zikir dolu olmalıdır.

Küfür, taşkınlık, kavga ve sabır arasındaki git-gel için nefse hâkimiyet imtihanı varsa; her şey de olduğu gibi “kendini bilmek” gerek. Kırıcı olmamak gerek. İslamiyet; insanlığı, kardeşliği, sabrı, sakinliği emreden bir din. Kalp kazanmayı şiddetle tavsiye eden bir din. Hep dilimizde olduğu gibi “kalp kazanmak yıllar alır, yıkmak bir an”…

Ramazan ayı sonu mükâfat olarak bir bayram var. Ne mutlu o bayrama dostlarını azaltarak girmeyene. Arttıranlara ise; şükran…

Keramet azlıkta değil; çoklukta…

Keramet; iyilikte…

Keramet; sabırda gizli…

Gerginliği, asabiyeti, günümüzün tabiri ile “agresifliği”, şerri, şeytanın dürtüklemelerini sönümleyenlere ne mutlu…

Şu mübarek günlerde sabırlı, sakin, tatlı dil, güler yüz ile hoş görü dolu yaşayabilenlere ne mutlu…