İNANIR MISINIZ bilmem ama bu benim en az 7 – 8 aydan beri yazmak isteyip de bir türlü fırsat bulup da yazamadığım bir konudur.

Ben diyeyim bir “hafta sonu kıvamında bir yazı”, siz deyin “asıl kompleksli sensin”

Çok önemsiz gibi de görünse aslında bence hiç de önemsiz değildir, görgü, bilgi, kompleks meseleleri. (Bugün Gazetesi’nde Serdar Erdoğanyılmaz’ın görgü yazılarını okumanızı tavsiye ederim)

Aslına bakarsanız “bizim memlekette…” ya da “Burası Türkiye…” diye başlayan ve her anormali, normalleştiren yazı girişlerini hiç mi hiç sevmiyorum.

Ama sanırım bazen de bu son derece gereklilik oluyor.

Doğrumu yazıyorum bilmiyorum ama sanırım Willy’s marka yeşil jeeplerden Renault 12’ye transfer olanlar… Ana baba, kaynana kayınbaba ile otururken Bahçelievler’deki apartmanlara geçiş…

Kapalıyken üstünde üçgen örtülü bir televizyonu bilcümle bütün aile sıkış tıkış aynı odada izlerken, karı koca ve varsa çocukla izlemeye başlamak…

Kamyonlara binip Tekir’e Fırnız’a, sokağın en başından sonuna bütün ailelerin katılımıyla gidilirken, fabrikaların sosyal tesisi resmiyetinde bağevleri yaptırıp sadece ekonomik anlamda kendi seviyesindekilerle sözümona sosyalleşme…

Yazlık ve kışlık sinemalara gidilirken bağevlerinde video izleme dönemi…

Vs. vs.

Çırçırcılıkdan tekstil fabrikatörlüğüne geçiş süreci… Bütün bunların hepsi 1980 sonrası Özallı yıllarda başladı…

Kentli olmasına rağmen kentli olamayan ancak modernizasyonu kullanma anlamında kentliliğe geçiş süreci de bu dönemde başladı…

Modernizasyonu kullanma anlamında kentliydik, çırçırcılıkdan tekstil fabrikatörlüğüne, Renault 12’den Peugeot’a geçerken de sözümona daha bir kentlileştik…

Ama koltuğa otururken ayakkabının birini çıkartıp, sağ bacağı sol bacağın altına atıp otururken fabrikatörde olsak kentlileşemedik…

Toplum içinde hafif kaykılıp gaz çıkartırken, burun kurcalamayı bir tik haline getirirken, ot atıp cırt diye ayağımın önüne tükürürken…

Vs. vs.

Kentli olamadık…

Yeaaaa…

Kral çıplak haberiniz var mı?

UÇAĞIN İLK ÜÇ SIRASINDA OTURMAKLA SEÇKİN Mİ OLUNUR?

APARTMAN isimlerine bir bakar mısınız lütfen…

Seçkinler Sitesi, Elit Sitesi, Paşa Konağı, Bilmem ne Bey Apartmanı, Beyzade Apartmanı… Daha onlarca böyle isimli bina isimleri görürsünüz benim memleketimde.

Buralarda oturanları tenzih ederim sözüm onlara değil elbette. Zira eşimiz, dostumuz, akrabamız, sevdiklerimiz de buralarda oturuyor ama ben sadece bir örnekleme yaptım yoksa buralarda oturanlar herhalde bina adına bakarak buralardan daire almamışlardır.

Bunların üstüne bir de arsası kendine ait olup kat karşılığı müteahhide verirken kendi adını koyduranlar var.

Sanırım bütün okurlar anlarlar ben gerçek isimleri vermeyeyim de atarak örnek vereyim.

Örneğin adamın adı Haydar’dır, binaya Haydar Bey Apartmanı ya da Şaban Bey Apartmanı koyanlar var. Ya da soyadını evladında yaşatmak yerine betonlaştırarak sürdürmek isteyenler vardır; Bilmem ne oğlu Apartmanı.

Yahu okul mu yaptınız, yoksa sağlık ocağı mı?

Okurların izniyle biraz ukalalık yapmak istiyorum. Mercedes’e binmek, balkonlarında dört renk ışıklı bağevleri olmak, 300 metrekare dairelerde oturmak, fabrika sahibi olmak ekonomik anlamda zenginliktir…

Ama dostlar bu özelliklere sahip olmak “elit” ya da “seçkin” olmak demek değildir. Elit ya da seçkin olmak, kültürlü, görgülü, saygılı ve dahası etrafında beyefendi olarak tanınmaktır.

Kimse klasik müzik ya da Türk musikisi sevmek ve dinlemek zorunda değildir ama elit olmak sevmesen de dinlemesen de bu kültürü bilmekten geçer. Yani parayla elit ya da seçkin olunmaz! Bu özellikleri alabilmen için görgülü ve komplekssiz olmalısın.

Elit olmak, meşhur markaları giymek ya da uçağa bilet alırken kentimiz uçuşlarında Businness Class uygulaması olmamasına rağmen THY yetkililerinin kulağına “önden ilk üç sıradan olsun ha” diye fısıldamak da değildir.

Her şeyden önce elit olmak, önce adam olmaktan geçer.

Seçkin olmak, ağır olmaktır. Hafif olmak asla değildir!

DİPNOT: Yeni gereklilikten dolayı eski bir yazımdan alıntıdır.