TÜRKİYE Ekonomisi, 2014 yılından bu yana içinde bulunduğu mali sarsıntıdan nasıl çıkacağını henüz planlayamamıştır. Özellikle rejim değişikliğine yönelik hamleler ve her yıl yaşanan seçim ortamı, ister istemez seçim ekonomisi (oy almak için ekonomiyi olumsuz etkileyecek vaatler) ile yönetilen bir ülke görünümünü ortaya çıkartmıştır.

Muhalefetin asgari ücret ve gelirler üzerinde yaptığı seçim vaatleri halkta karşılık bulunca, iktidar da bu vaatlerin aynısını seçmenine vermek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla bu vaatler Türk ekonomisinde enflasyon canavarını yeniden uyandırmıştır. Türkiye gibi ülkelerde enflasyon temel olarak arz-talep dengesi, ücret-maliyet ekseni, döviz kuru etkisi ile yön belirler. 2016 yılında asgari ücretin 1300 TL olması ile beraber işveren, çalışan maliyetlerinin artışını doğrudan ürün fiyatlarına yansıtmış. Geliri artan alt gelir grubu ise ithal teknolojik ürünlere yönelerek, ihtiyaç dışı tüketime eğilim göstermiş ve dolayısıyla hem enflasyonun hem de cari açığın artması sonucu ortaya çıkmıştır. 2014-2016 arasında %8 bandında kalan enflasyon oranı 2016 yılbaşı ile yaşanan %30’luk asgari ücret artışı ile ne yazık ki %12 bandına yükselmiştir.

Üstelik aynı dönemde artan döviz fiyatları ve oluşan cari açığa rağmen faizlerin ısrarla artırılmaması, (faiz tüketim-tasarruf dengesini belirleyici en etkin araçtır.) vatandaşı korkusuzca ilave borçlanmaya yönlendirmiş. Tüm bu yaşananlar piyasada dolaşan paranın artmasına, dolayısıyla enflasyonun artış trendine girmesine doğrudan destek olmuştur.

KONTROLSÜZLEŞEN HAL VE HAYVANCILIK EKONOMİSİ

2015-2016 yılları arasında alt ve orta gelir grubunun en önemli harcama kalemi olan gıda harcamalarında, tamamen kontrolsüzleşen hal ve hayvancılık ekonomisinin piyasa belirleyicileri devreye girmiş, yüksek komisyon oranları sebebiyle gıda ve hayvan ürünü fiyatlarında olması gerekenin çok üzerinde bir ücret artışı yaşanmıştır. Vatandaş ücretlerindeki artışı bir ek gelir olarak görmüş, bu ek gelir ile ilave borçlanmaya gitmiş, ancak hiç hesapta olmayan şekilde ana harcama kalemini oluşturan gıda ve giyim ücretlerinin çok daha fazla artacağını ön görememiştir. Örnek vermek gerekirse 2015 yılında kurban pazarlarında küçükbaş canlı hayvan fiyatları 11-13 TL arası oluşurken, 2016 yılında bu fiyatlar 14-16 TL’ye yükselmiş ve aynı dönemde tüm gıda kalemlerinde %25 civarı ücret artışı olmuştur.

Dolayısıyla asgari ücretlinin geliri artmış, bu gelir artışına paralel tüketim miktarı artmış ve ne yazık ki bu tüketim artışı fiyat artışlarına sebep olmuştur.

2018 yılında yaşanan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş süreci ve beraberindeki seçim, yine 2015 yılına benzer bir şekilde ekonomik vaatler ile dolu bir seçim dönemi izletmiştir. Emeklilere her bayram ikramiye, Kredi ve burs miktarlarında artış, emekli ücretlerinde iyileştirme gibi doğrudan düşük gelirli ve emeklileri hedefleyen ciddi vaatler verilmiştir. Tüm bu vaatler ile birlikte, üretimi desteklemesi beklenen Kredi Garanti Fonu gibi fonların borç ödemelerine kurban olması, ısrarla artırılmayan faiz oranları, tüketim artışının devam etmesi, küresel çapta yaşanan ticaret savaşları nedeniyle aşırı yükselen döviz fiyatları Türkiye’yi bir çıkmaza sokmuştur.

İTHALAT ODAKLI ÜRETİM YAPAN TÜRKİYE

İTHALAT odaklı üretim yapan Türkiye’nin artık iki sorunu vardır. 1-) yüksek döviz sebebiyle oluşan hammadde maliyeti 2-) bütçeden karşılanması vaat edilen ilave ücret yükleri. Bu ana iki sorun Türk ekonomisinin kucağına Haziran ayı itibariyle nur topu gibi %15,40 enflasyon oranı ve %20 civarında gezinen faizleri bırakmıştır.

Tüm bu sorunlarla nasıl başa çıkılabileceği bile belli değilken bütçeye ek yüklere sebep olan çılgın projeler, ikramiye artışları, 3600 ek gösterge ve yaşlılık maaşı gibi kalemler geri dönülmez sorunlara sebep olacaktır. Asgari ücret için şimdiden konuşulan 2000 TL civarı rakamlar sorunun temeline inmeden şimdilik üstünü örtelim düşüncesinden daha öte değildir. Düşük ücretli çalışanların ve emeklilerin ne yazık ki ana çabası geçim derdi olduğu için bu vaatler çok tatlı geliyor olabilir. Ancak devlet olarak henüz çözüm bulamadığımız ana sorunlarımıza bir de maliyet artışını eklememiz, ne yazık ki tekrardan eski Türkiye’ye dönüşü tetikleyecektir. Maliyet artışları ile işveren kayıt dışı ekonomiye yönelecek ve toplumun en büyük sıkıntılarından biri olan Suriyeli istihdamı daha fazla yer etmeye başlayacaktır. Yaşanan ücret artışları ve artan döviz fiyatlar ile enflasyon iyice artacak, bütçe açığı ve cari açığın artışı ile ekonominin tüm enstrümanları yine yoğun şekilde borçlanmaya çalışacaktır.

BETON EKONOMİSİNDE BİR AN ÖNCE SIYRILMAK

BU sebeple Türkiye’nin beton ekonomisinde bir an önce sıyrılması, yerli imkânlar ile üretime dönülmesi, çok acil şekilde tarım ve hayvancılığın canlandırılması, harcanan paraların betondan toprağa döndürülmesi gerekmektedir. Devletin hızlı bir şekilde müteahhitler yerine çiftçi ve sanayiciye destek olması, en büyük özelliği olan destek mekanizmasını gerçek yatırımcıya hissettirmesi gerekmektedir. Gerekirse hem vatandaşın hem de devletin kemer sıkması, vatandaşın tasarrufa yönlendirilmesi, devletin ise şu an için herhangi bir gereksinimi olmayan 3 katlı köprüler 5 şeritli otobanlardan vaz geçmesi zorunluluktur.

Aksi takdirde bu sefer yaşayacağımız kriz, bir öncekine hiç benzemeyecektir!