Bir ‘tavuk yazısı’ vaadimiz vardı.. Bu vaadi dile getirdiğim tarih Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesiydi ve adaylardan Sn. Muharrem İnce’nin bir zamanlar tavuk çiftliği olduğundan hareketle birtakım dokundurmalar yapılıyordu. Muhtemeldir ki o bağlamda birşeyler yazacağımı düşünmüş olanlar çıkmıştır. Ama konunun siyasetle doğrudan hiç alakası yok.

Bildiğiniz gibi başlıktaki sıfat son birkaç yılda ilgili üreticiler ve perakendeciler tarafından ‘gezen tavuk yumurtası’ şeklinde bolca kullanılıyor. Peki, bu ifadeye istinaden mefhûm-u muhâlifinden soralım; siz hiç ‘gezmeyen tavuk’ gördünüz mü? Ben gördüm..

Bir kısmını gördüğümde hayvanlar ya ileri yaşından dolayı (ayak bileklerindeki keratin tabakası esnekliğini kaybeder ve yürüdüğü takdirde hayvana acı veren kanamalar olur) ya da hastalığından dolayı adım atamayacak kadar bîtâb düşmüşlerdi. Diğer bir kısmı da belgesellerde de gördüğümüz üzere daracık hücrelerde müebbete mahkum kader kurbanı zavallı hayvancıklardı. Bazılarını da kasapta gördüm, değil gezmek nefes bile almıyorlardı! Çok az bir yüzdesini de belli mevsimlerde gurk olduğu için follukta yatarken gördüm, ki onlarınki de öncesinde birkaç güne ilaveten kuluçka süresini de katarsak olan 21-25 günle sınırlıdır. Bunun haricinde şafak vaktinden akşama kadar gezmek zaten tavuğun doğal davranışıdır. Ayrıca ‘gezen tavuk’ diye bir vasıf uydurmak ne demek?!..

Bugün ben bir ‘gezen tavuk’ gördüm demek, ‘bugün ben bir adam gördüm, konuşabiliyordu’ demek kadar abes, gereksiz, saçma bir tanımlamadır. Fakat ne yazık ki biz bu saçmalığı yediğimiz için nerede nasıl gezdiğini bilmediğimiz tavukların yumurtasını da diğer endüstriyel tavuk yumurtalarının üç-beş katı fiyata yediriyorlar.

Geçen gün marketten aceleyle ufak bir paket yumurta aldım, geç saatte başka bir seçeneğim de yoktu. Eve getirip ‘prospektüsünü’ okuduğumda acı acı gülümsedim. Harfi harfine şöyle yazıyordu: “Açık havaya erişimi olan tavuk yumurtası”.. Allah Allah!.. Yersen yoğurt içersen ayran!

Tüketiciler olarak biz işi gevşek tuttukça adamlar, yani endüstriyel üretim yapanlar ümüğümüzü sıktıkça sıkıyor. Sadece tedarikçiler değil perakendeci esnafın pek çoğu hatta pazarcılar bile bu çarkın bir parçası olmuş. Çıkın pazara göreceksiniz, Ekim- Mayıs arası kış aylarında bile, bu zaman aralığında açık havada yetişmesi imkansız bütün sebzeler ‘bahçe malı’, ‘tarla malı’ diye satılıyor. Allah’tan pazarda bir-iki dürüst insan tanıyoruz da, sorduğumuzda ‘şu benim bahçeden, şunlar halden’ diyerek ne aldığımızı bilmemizi sağlıyorlar.

Peki durum bu haldeyken biz tüketicileri bu açık veya örtülü sahtekarlıklardan (en azından şüphelerden) berî kılacak bürokratik kadrolar ve denetim organları ne yapıyorlar dersiniz!? Bana sorarsanız, onların etkili çoğunluğu büyük üreticilerin değirmenine su taşıyan ve küçük ya da bireysel üreticiyi, köylüyü ‘öldürecek’, yıldıracak yeni yeni mevzuat düzenlemeleri yapmakla meşguller. Yani işleri başlarından aşkın!. İki örnek vereyim:

Birincisi; satışa çıkan her yumurtanın numaralandırılması şartı getirildi. Yani evinde, bahçende 10 tavuk varsa ve bir bakkalla anlaşarak ihtiyaçtan fazlasını satıp aile bütçesine katkı yapmak istiyorsan mevzuat hazretleri karşına dikilir, satamazsın. Yumurtayı numaralamanın o çok ‘hikmetli’ sebebi ne ola ki acaba?! Sağlık endişesi mi? Eğer öyleyse, ben tarihten bugüne yumurtadan ölen bir kişi haberi hatırlamıyorum. Yumurta ya sağlamdır, ya da vakti geçmişse bozuktur ki o takdirde yemek şöyle dursun daha kırılır kırılmaz kokusuna bile katlanılmaz. Yeri geldiğinde kendi kendini jurnalleyebilen bir kalender, bir hakşinâs gıdadır o.. Ama dert başka; bu yumurtaya numara yazma düzenlemesi, küçük üretici yaka silkeleyip ‘başlarım numarasına’ deyip pazara girmekten vazgeçsin ki meydan büyüklere kalsın diye çekilmiş bir numaradan başka bir şey değil kanaatimce. Küçük üreticiye atılan kazık böyle..

İkincisi; yine benzer şekilde peynirin açıkta dökme olarak satışı yasaklandı, artık dökme satanlar peynir kalıplarını en azından ‘streç’ naylona sarıp vitrine öyle koymak zorundalar. Ama yaptıkları mevzuat düzenlemesinin gerekçe olarak gösterildiği gibi peynirin sağlıklı kalması konusunda nasıl bir etki yaptığını takip eden yok. Ben gözlemimi aktarayım;

En az yirmi yıldır Üsküdar Balıkçılar Pazarı’nda bir dükkandan peynir alırım. Adam iki yıl öncesine kadar gözümün önünde tenekeden gösterdiğim kalıbı elini değdirmeden çıkarır, tartar ve verirdi. Yirmi yıldır o peynir hep aynı lezzette, aynı kıvamda hiç şaşmadan devam etti. Ne zaman ki streçe sarılı olarak almak zorunda bırakıldık, her seferinde üç-dört gün içinde peynirin yüzeyinde nâhoş kokulu sararmalar olmaya başladı. Hani daha sağlıklı olsun diye yapılmıştı!.. Bürokrasimiz yürüyen atın başına okkalı bir darbe vurmuştu ve biz bu saçmalığa mahkum edildik. Bu da tüketici olarak bize atılan kazık!.

Gördüğünüz gibi bürokrasimizin işi başından aşkın.. Yapı böyle olunca soğanda, patateste, hatta zaman zaman ette yapılan manipülasyon ve vurgunların niye önüne geçilemediğini takdir edersiniz.

Hâsıl-ı kelam; bizde bu bürokrasi kafası ve kimin lehine işlediği ya da işlemediği belli olmayan denetim mekanizmaları oldukça ‘sağlık-hijyen ambalajında’ daha çok “gezen, maratoncu, sırıkla atlamacı tavukların”; “greko-romenci danaların” ürünlerini yemeye devam ederiz. Hadi hayırlısı…