Malumlarıdır ki, ‘sath’ (kendinden sonra bir sesli harf varsa böyle yazılıp okunur) ya da -tek başına yazıldığında Türkçe telaffuza daha uygun haliyle- ‘satıh’ adı üstünde yüzey, zemin, düzlem, genişçe düzlük demektir. ‘Mâil’ de yine adı üstünde meyilli, eğimli, bir tarafa doğru yatmış olan yüzey veya nesne demektir. Buradan anlaşılacağı üzere yazı başlığının toplam anlamı, seçime yaklaşırken ‘dik ve kararlı durmanın zor olduğu, gerek siyasette gerekse seçmen kitlesi arasında savrulmaların, tökezlemelerin, kararsızlıkların sıkça görülebildiği oynak/muğlak karar ve vaatlerle geçen ve belirsizlikler içeren zaman dilimi demektir.

Allah rahmet eylesin, yaralılara acil şifalar versin; maalesef iki gün önce İstanbul Kartal’da bir binanın çökmesi ile -şu anki bilgiye göre- 16 kişi hayatını kaybetti. Bir kısmımız, beklenen İstanbul depremi gerçekleşirse ne olacağına dair felaket senaryolarını konuşuyor, bir kısmımız keçeyi suya atmış çıkan yerine bir taş atmakla meşgul. Bir kısmı da iktidar partisine sövmekle meşgul velakin meşguliyetlerinden midir nedir bilinmez, muhalefet partilerinin bu konuda niye yeri göğü inletmediğini nedense sormuyor.

O zaman biz söyleyelim; son başkanlık seçimlerinden önce de ‘İmar Barışı’ adlı barış çubuğunun dumanından niye rahatsız olup yeri göğü inletmedilerse aynı sebeple bu trajedilere de ses çıkaramıyorlar. Çünkü bu ve benzeri sorunlu alanlarda kökü çok eskilere giden aymazlıklar, vurdumduymazlıklar ve cingözlükler var.

Açıkçası siyaset kurumu ile hangi partiden olursa olsun etkili sayıda bir kısım seçmen kitlesi omuz omuza verip bu imar rezaletlerini onyıllardır gözümüzün içine baka baka irtikâb ettiler. Bu durumun sorumluluğunu ne tamamen şimdiki iktidara ne de yalnızca ondan öncekilere fatura ederek işin içinden çıkmamız mümkün değil. Millet olarak bu ve benzer sonuçları doğuran açgözlülüğümüzle yüzleşmek ve topluca tevbe mutabakatına varmak zorundayız; yoksa gelsin facialar, gitsin trajediler… ömrümüz kuru ‘vahvah!’larla geçer gider.

Kitabın ortasından konuşmak gerekirse; aslında bizim ne kadar necip bir millet olduğumuz hususunda esaslı bir iç muhasebeye ihtiyacımız var. Gerçekten öyle miyiz ya da bir başka deyişle bu necâbetin sınırı/kapsama alanı nerede başlayıp nerede bitmektedir?! Sizi temin ederim; eğer bu memlekette -farazâ- Devlet gerçekten adaleti tesis etmeye yeltense bu “Necip Millet”in etkili bir kısmı kazan kaldırır ve derhal bu niyeti akâmete uğratır. Bunun tersi de doğrudur; Millet’ten bu yönde ciddi bir talep vukû bulduğunda ise Devleti temsil eden siyasi ve bürokratik bir zümre o talebi milletin kafasına geçirir. Bu iki arıza arasında gidip gelen bir toplumsal hayatın kalitesi de ancak bugün yaşadığımız gibi olur, daha fazlası değil. Eğer bedeli ne olursa olsun en başta bu handikapı çözmeyeceksek, oturun oturduğunuz yerde daha ne istiyorsunuz Allah’ınızdan!..

Geçen gün, bazı belediye başkan adaylarından yola çıkarak sosyal medya hesabımda Akparti teşkilatlarının aşağıdan yukarıya bildiğini okumaya devam ettiğini ve önümüzdeki seçimlerde çok çok büyük ihtimalle bazı il ve ilçelerde seçmenden ciddi darbe yiyeceklerini yazdım. Yanılıp yanılmadığımı 31 Mart akşamı hep birlikte göreceğiz. Ben siyaset uzmanı değilim; kanaatlerim insan davranışı, zümre davranışı, insanın aidiyet tutumları gibi gözlemlerimin şahsi hayat tecrübemle harmanlanmasına dayanmaktadır. Eğer kanaatim -bilhassa kritik yerlerde- doğru çıkarsa o zaman herhalde Sn. Cumhurbaşkanı’nın 1 Nisan şakası yapacağı hayli teşkilat sorumlusu olacaktır. Şimdiden hayırlı olsun!.

Vay efendim, memleketin bekâ sorunu varmış! 1- Evet var ama iki sene önceki kadar değil, bıçak kemikten hayli uzaklaşmış sayılır. 2- Memlekette bekâ sorunu varsa; bu milletin çarşı pazardaki bilinen bir sahtekarlığın üstesinden gelebilmesi için teşkilat olarak ne yaptın? Koskoca Cumuhurbaşkanı’nın grup toplantısında ya da diğer ulusal çaptaki toplantılarda patates soğan fiyatlarını gündem etmek zorunda kalmasını kendin için zül saymıyor musun? Elinden hiç mi bir şey gelmezdi kardeşim; mesela iktidarda olduğun onaltı yıl boyunca iktidar partisinin teşkilatı olarak hiç olmazsa kendi seçmen kitlene adam gibi bir tüketici bilinci kazandırıp yerleştirmeyi hiç mi akıl edemedin? O zaman, aylardır gündemimizi işgal eden ve neredeyse milletin ocağına patates ağacı diken bu sorun haftasına kalmaz çözülürdü.

Yoksa; “bu millet bir ‘bilinçle’ davranmaya bir kere başlarsa evvela beni sorgular” diye mi korktun?!.

Bir sözüm de seçmene var; öteden beri kim aday olursa olsun hemen herkes öncelikle ‘vayy, bize ne yatırım yapacaksın’ sorusuna şöyle veya böyle cevap bulma telaşına düşer. Merkezi yönetimi ilgilendiren genel seçimlerde bu bir nebze anlaşılabilir bir durumdur. Ama belediye seçiminde bu telaşa ne gerek var? Belediyenin kasasına girecek belli bir para vardır ve adam -yani kim olursa olsun, belediye başkanı-, bu parayı o beldeye zaten harcayacak. Turşusunu kuracak hali de yok, akşam olunca ‘galleyi çekip’ eve götürecek hali de yok! O para şu veya bu şekilde o ilçeye/şehre harcanacak. Bilinçli seçmenin yapacağı şey; adayları o paraların hangi yatırımlara, hangi öncelik sırasıyla, ve hangi ihtiyaca binaen hangi verimlilikte harcanacağı ve bunu yaparken de hangi şeffaflık ve liyakat/hakkaniyet ölçülerine uyulacağı ya da uyulmayacağı hususunda sorgulamak ve bunu görev süresince üşenmeden takip etmektir. Kara, buza, taşa, toprağa, hatta mangalda irişgite kadar her konuya yatırım yapılabilir ama bunun bir kısa-orta-uzun vadeli hesabı kitabı olmalı, ne getirip ne götürdüğü, hangi yaraya hangi önceliğe binâen merhem olduğu/olacağı iyi irdelenmelidir.

Yetmez… Yetmez… Bir belediye başkanı asıl görev tanımı içinde olmasa bile, emanetini üstlendiği beldenin ciddi asayiş sorunlarından tutun -bugünlerde yeniden ‘moda olan’- yayaların geçiş önceliğine riayetsizliğe kadar her konudan dolaylı da olsa derece derece ve müteselsilen sorumludur. Evet, doğrudan mülkî amire bağlı sorumluluk alanlarında bile olsa bir “şehir”e, “şehirli”ye, “medeni bir beldeye yakışmayacak irili ufaklı her sorun için ilgili makamlar nezdinde, kurumlar arası toplantılarda temsil ettiği halk adına baskı kurabilmeyi ve sorunun giderilmesini hızlandırmayı becerebilmelidir.

Sosyal medyadan takip ettiğim bazı mevcut belediye başkanlarına bakıyorum; önemli bir kısmı haftada ortalama iki nikah kıymışlar!.. Allah Allah… Bu belediyelerin nikah memuru mu yok; eğer varsa bu İSRAF niye? Bunun için mi başkan maaşı aldınız, sorumluluk üstlendiniz? Etraflarında ‘başkanım bu kadarı da yanlıştır, mefhum itibariyle çok kurcalanırsa küçük ölçekli bir yolsuzluk görüntüsü verir’ diyecek bir akıllı adam yok muydu acaba!

Sadece başkanlar değil, genelde siyasilerin dûçâr olduğu bir zaaf daha; bir âyet ya da hadis ve altına ‘Hayırlı Cumalar’ haftalık bülteni. Muhterem efendim, biz de size ‘Hayırlı İşler’ dileriz de aktif görevin bitip köşene çekilince bunları yaparsın, hatta ona bile rezervim vardır; sen şimdi omuzundaki ağır sorumluluğun hakkını ver; Cumalar bize, senin dindarlığın sana kalsın. Sen müftü değilsin, şeyh değilsin; işine bak! İşine bak!..

Netice itibariyle; mesela, 12 Şubat Kurtuluş Bayramı’nı her sene hararetle kutlayıp ‘Fransız Gâvurunu’ lanetle anarken memleketteki Fransız markalı arabaların ve sair önemli malların sayı ve ağırlık olarak durumunu hiç mi hiç tefekküre konu etmeyen bir seçmen kitlesi ile, buna dair en ufak bir strateji geliştirmek aklının ucundan bile geçmeyen siyasi teşkilatlar (tüm partiler dahil), el ele verip bu seçimde de bizim için yani Sütçü İmam’ın torunları için en doğrusunu yapacaklarından şüphem yok. Sizin var mı?!