Barış Pınarı Harekatı biraz rayına otursun, şöyle kısa bir “dünya nereye gidiyor” analizi yapmak istiyorum. Ancak o güne kadar bu yazıda harekatın seyri ve beklediğim etkilerine dair gözlem ve öngörülerimi paylaşmak isterim..

Bu harekatın en önemli özelliklerinden biri, “Zemin Kaydırma” etkisi göstermesidir. Ne demek istediğimi biraz açayım;

Harekatın başladığının resmi olarak duyurulmasıyla birlikte daha ilk saatlerden itibaren bu etkinin işlemeye başladığını, İsrail’den ABD’ye birbiriyle irtibatı açık olan veya Arap Birliği ve AB gibi nisbeten alakasız mahfillerden eşzamanlı olarak yükselen canhıraş ve benzer karakterli/içerikli feryatlardan görmek mümkün oldu.

“Pınar” akmaya başlayıp mecrasını bulmaya devam ettikçe tüm bu mahfiller şimdiye kadar bastıkları ve üzerinde istedikleri gibi at oynattıkları zeminin kaymaya başladığını hissedip paniğe kapıldılar. Dikkat edilirse, gösterilen tepkiler ve feryatlar; ne diplomasinin teamülleri ile ne her zaman çok iyi becerdikleri usturuplu ‘aba altından sopa göstermek’le, ne uluslarası nezaketle tevil edilecek gibi değil! Aklı başında devletlerden, yönetimlerden, organizasyonlardan (ki bunun başında uluslarası medya organları gelmektedir) beklenmeyecek şekilde pespâyelik, sahtekarlık, tezvîrât, hatta küstahlık ve edepsizlik adına ne varsa -şimdilik söz düzeyinde- açıkça sergiliyorlar.

Şimdi;

Türkiye geçmişte de bu bölgede irili ufaklı çok harekat yaptı, bunların hiç birinde bugün gördüğümüz çapta ve süflîlikte tepkiye şahit olmadık. Bugün Türkiye’ye alenî olarak düşmanca tavrını açığa vuranların bu karın ağrısı -afedersiniz- kıçıkırık bir terör örgütünün avuçlarından kayıp gitmesinin karşılığı olamaz. Bu örgütler, son yıllarda daha ‘adı konulmuş’ olarak hep duyduğumuz/gördüğümüz vekalet savaşlarının, adı üstünde maşasından ibarettir. Maşayı elden kaçırıyor olmaları bu kadar kesâfette ve iğrençlikte bir tepkiyi icap ettirmezdi.

Toplu halde bu derece feverân etmeleri; Barış Pınarı’nın büngüldemesiyle birlikte şimdiye kadar, tarihi/sosyolojik/bölge gerçeklerini umursamadan üzerine yapay hegemonyalar, barış ve özgürlük tabelalı zulüm ve fesat müesseseleri inşa ettikleri çürük zeminlere su nüfuz etmeye başladığını ve bu coğrafyada etkileri daha uzaklara da ulaşabilecek uluslarası siyaset anlamında bir seri heyelâna sebep olabilecek zemin kaymasını belki bilinçli, belki de ‘hiss-i kablel vukû’ mahiyetinde anlamış olmalarından kaynaklanmaktadır.

Türkiye sonuna kadar haklı gerekçelere dayalı olarak ve diplomasinin tüm imkanlarını/yollarını kullanmak adına iki yıldır bağrına taş basarak sabırla çabaladıktan ve dahası ABD gibi ittifak ilişkisini çoktandır fiilen berhava etmiş baş muhatabını akla ve hukuka bağlı basiretli bir devlet gibi davranmaya ikna etme etme gayretlerinin müttefikimiz sandığımız ABD’nin boşa çıkardığını bütün dünyaya gösterdikten sonra, uluslarası hukuktan aldığı meşruiyetle giriştiği bu harekat zarfında ve devamında, eğer temenni ettiğimiz gibi bu coğrafyanın zeminine sağlam basabilirse hasıl edeceği o ağırlıkla, sözünü ettiğim zemin kaymasının hızlanıp yayılması kaçınılmaz olacaktır.
O hengamede ne tahtların sallandığını, kendi halklarının tepesine çöreklenmiş ne yılanların kaçacak delik aradığını, ve daha öngöremediğimiz pek çok şaşırtıcı hadiseyi hatta belki de, kendi icat ettikleri ve kendilerine boyun eğmeyen coğrafyalara ve milletlere nefes aldırmamak için alabildiğine kullandıkları “Kontrollü Kaos” teorisinin başlarına geçtiğini -biiznillah- hep birlikte göreceğiz.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; işte o zaman Türkiye ‘eski Türkiye’ olmayacak ve tabii ki dünya bugünkü dünya olarak kalamayacaktır. Çünkü Zemin Kaymaları daima böyle sonuçlar doğurur.

Aslında bu durumun müsebbibi bizâtihi Batı’nın ve bilhassa da ABD’nin kendisidir. Bunlar, pozitif bilimlerde gösterdikleri ilerlemenin de gereği olarak, eşyanın tabiatını çok iyi bilirler. Fakat soğuk savaş döneminin bitmesiyle Tek Kutuplu Dünya tanımlaması bağlamında ABD’nin, çeşitli uluslarası baskı ve manipülasyon mekanizmaları (para, silah, ekonomik düzenekler v.b.) ile tahkim edip büyük ölçüde yürüttüğü “tüm dünyayı kendine râm etme hırsı”nn verdiği yozgüven ve güç sarhoşluğu ile bazı şeyleri ıskaladılar. Türkiye ise taşları bile çatlatacak inanılmaz bir sabırla bu sarhoşluktan uyanmaları için gayret gösterdi. Dinlemeyince Barış Pınarı‘nı akışına bıraktı. Su akacak, mecrasını bulacak.. Onların da iyi bildiği gibi bu da eşyanın tabiatına dahildir ve karşılaşacakları sonuç kendi eserleridir.

Bir şey daha var; zemin sağlam ve oturmuş ise suyun/Pınarın akmasından endişeye mahal yok, fakat tarihin/aklın/hakikatin tokmağıyla sıkıştırılıp pekiştirilmemiş, fitne fesat dolgusu uyduruk/çürük bir zemin ise… Orda dur!. İşte şu an sergiledikleri tavırlar “yaklaşıyor yaklaşmakta olan” misali, Barış Pınarı çağladıkça ayak seslerini işittikleri o “Zemin Kayması”nın paniği ve kudurganlığından ibarettir. Yoksa terör örgütünün kaçı kaç para? Basarsın doları, alırsın bir yenisini.. Nitekim Trump bunu mevcut maşaları için açıkça söylemedi mi?!
“Zemin Kayması” deyip geçmeyin, adama feleğini şaşırttırır..